Metrohan: Tünel’in Üstünde Yükselen Zaman
- E. Safa Paksoy
- 7 Eki
- 1 dakikada okunur

Beyoğlu’nda yürürken başınızı biraz kaldırın. O, kalabalığın, tramvayın ziliyle karışan uğultunun hemen üzerinde duruyor: Metrohan Binası.
Birçoğumuz için sadece “Tünel çıkışı” gibi görünür ama aslında İstanbul’un modernleşme hikâyesinin en sessiz tanıklarından biridir. 1914’te, Osmanlı’nın son yıllarında, şehirde elektrikli tramvayların konuşulduğu, Avrupa’dan gelen mimarların Galata tepelerine taş ve demirle yeni bir dil kazandırdığı dönemde yükseldi bu yapı.
Mimar Mikayel Nurican, binayı o zamanlar için cesur sayılabilecek bir fikirle tasarladı: Ulaşımın kalbi olan Tünel’in tam üstüne, gökyüzüne uzanan bir merkez inşa etmek.
Altında dünyanın ikinci metrosu çalışıyor, üstünde ise İstanbul’un ilk “modern ofis”lerinden biri doğuyordu.Demir tavan kirişleri, yüksek pencereleri, sade ama güçlü taş cephesiyle Metrohan, dönemin İstanbul’u için bir mühendislik mucizesiydi.
Yıllar geçti, imparatorluk gitti, cumhuriyet geldi, Beyoğlu değişti. Ama Metrohan yerinden hiç kıpırdamadı.Altından geçen binlerce insan, her gün birkaç saniyeliğine onun gölgesinden geçti.O ise hep orada durdu — kimi zaman İETT’nin genel merkezi, kimi zaman ulaşımın beyni, kimi zaman da unutulmuş bir hatıranın taşıyıcısı olarak.
Metrohan, bir binadan fazlası. O, İstanbul’un “hareket halindeyken bile kök salma” becerisinin sembolü. Bir yüzyıl boyunca şehre nefes veren tünelin kalbi; geçmişle geleceğin tam kesiştiği yer.






Yorumlar